İstanbul'da Full Time Aktivist ve Freelancer

Cinsel Haklar: Kim İçin, Nerede, Nasıl?
Bilen bilir, öğrencilikten beri freelance çeviri yaparım Fransızca ve İngilizce'den, bir de hastalıktan maaşım var, onunla yaşarım, küçük tarafından...

İstanbul'da okurken açıldığımda o zamana kadar beni memur çocuğu standardından finanse eden ailem musluğu kıstığında başlamıştım... Sonra pembe kimlikle bir işe girmek istemedim. Kimliğim değişmeye doğru, artık 9-5 bir çalışma sistemine giremeyecek kadar sistemin dışında biriydim. Devam ettim... Sıkıştığım birkaç zaman eğitimim çok daha yüksek olmasına rağmen parekendecilik, barboyluk falan da yaptım, sağlığım kaldırmadı, kısa sürede bıraktım...

İstanbul'daki yaşamın huzuru kaçınca ve süreci tamamlamak için git gel yapmaktan yorulduğumda, ana baba evine değil ama Ankara'ya döndüm... Süründüm... Pembe Hayat'ta istihdam edildiğim kısa dönem de felaketle sonuçlanınca, freelancer ve full time aktivist olmaya devam ettim...

Tüm bunlar üzerine Ankara'ya sığamayınca geçen sene Onur Haftası'nda bir valizle İstanbul'a geldim, bir çatı katına sığdırdık iki başı... İstanbul'da kendimi döndüremeyince İnsan Hakları alanında çalışan bir vakfın sosyal medya işini aldım...

Ben belki yine sığamam; ama bilin istedim, burada hala emek veren insanlar var... Duyun dinleyin onları, gelin... Ben oradayım.



BUT Güzellik Yarışması Hakkında

Ortalık yine ikiye bölündü, trans kadınların onur haftasında yapmak istediği güzellik yarışması yüzünden, kimi kötüledi kimi "destekçiyim" dedi... Ben şahsen değilim. İlk andan beri müthiş karşıyım. Gerekçem de çok basit: İktidar yaratan her yer kirlidir. Net. Bir de cross dresserlara açıktan ayrımcılık uygulamak iyice pis kirli... Ama " ay aman bu but, butlar butu" diyip gullüme vurup iktidara sakso çekmek sistemle mücadele için verilen emeğe saygısızlıktır, daha da kirlidir. Elbette o kafalarda kimse bunları bu kadar sorgulamaz... Bunları sorgulayan da 10. köydedir.

Esas sorun ettiğim yer işin politik bir haftanın popülaritesine kaktırılmasıyla ilgilidir. Yoksa bu işler hem arkadaşlar arasında hem seks işçilerine ait alanlarda bayaadır var olan şeylerdir... Ve belirtmek isterim şuna itirazım yok: Birileri prensesçilik oynayamadığı, şiddet gördüğü, horlandığı için balo, defile, güzellik yarışması hevesine sahip olabilir ve bence esasen bu çok naif ve dişi bir oyuna doymamışlık hikayesidir; kendi içinde güzeldir. Ama bu kadar tırnaklarla kazınan bir mücadele, direniş anında ve halinde abiye, seksi kıyafetini giyip Türkiye LGBT Hareketi'nin ONUR yürüyüşünde güzelliğini onaylamak, onaylatmak kafasına girmek, bunu da "madem ki trans onur haftası doğru yanlış bilmeyiz istediğimiz gibi kutlarız" diye elini beline atıp cevap vermek alenen amiyanedir. Şu dernek bu dernek meselesi de değildir.

Trans kimliğinin trans kadınlık üzerinden tanınmasını sağlayıp bugünlere dek maalesef trans haklarına yönelik her saldırının altında kalan, sadece illegal hayat alanında sicime bağlı bir hayat hakkı tanınan Stonewall'dan beri var olmuş tüm trans kadınların anısına saygı duymakla beraber... trans kadın kimliğinin seks işçiliğiyle eklektikleşmesinin bir türlü aşılamaması esas problemdir. Bu ülkede seks işçiliği yapmayan, hiç yapmamış veya kariyer, para/imkan sahibi Bülent Ersoy'dan en pejmürdeye birçok trans kadının kendi zihinlerinde dahi, sokakta mini elbise, sallantılı küpe apartman topukla stereotipleşen avam trans kadın seks işçisiyle hesabını tamamlayamamasıdır. Sonuç olarak iş 2010da trans kadınların pek de rağbet etmediği "müşterinin zarar vermemesini sağlayabilecek bir "survival guide" etkinliği düzenlemek gibi avama seslenen ufuk açıcı bir ürün çıkarmaktan buraya kadar gelmiştir. İşin başında paça sıvayıp suyun başını tutmaya yeltenenlerin son anda geri çekilmesi de ne kadar dışardan akıllı olduklarının ispatıdır. Bu sonuca varılmasında katkıları (!) büyüktür, acilen söz sahibi konumlarından el çekmeleri ve bu alanların onların iktidarından şu ya da bu miktar temizlenmesi gerekmektedir.

Birilerine çok ağır kaçabilir bu yazdıklarım, madilik diye sevinebilir, üzülebilir, üşüşebilirler; velev ki ben zaten tüm bu kafalarla arama mesafe koyma arzumu duyurmak isteğiyle yazdım, dilerim okuyanlar da "madi" konuşmayacak kadar derin bir mesafemiz olduğunu fark ederler.

Neden Sadece Trans Erkek Aktivizmi -1

Politik dilin kıvrımlarına daş döşesinler! Yıldım, yeminle yıldım. Ben bu hareketin çarpıklıklarına tahammül etmekten yıldım. Trans kadınları ve sadece trans kadınlar tarif edilirken trans denmesin artık! "Translar %90 seks işçiliği yapıyor" denmesin mesela!

LGBT hareketiyle içli dışlı olduğum ilk yıllarda, o ilk enerji, bilme- öğrenme isteği ve idealizmin dürtmesiyle elimin erdiği, aklımın bastığı her şeye bulaştım, izledim, dinledim, okudum. Her türlü yazı çizi, toplantı organizayonu, moderasyon angaryasını gönüllü olarak seve seve üstlendim. Angaryaseverliğim, efendi ve işbitirici yapımla da şu ya da bu şekilde ismim hareketin kemik isimlerinin not defterine girdi bir şekilde.

Sonra sorunlar devri başladı, hep öyledir ya, bir şeye yaklaştıkça gördüğün detay ve çarpıklık miktarı artar... Hareketin sorunlu yanlarını görmeye ve söylemeye başladım, içimdeki angaryasever " aman koyver be, ben kötü olmayayım" demeyi hiç beceremezken, işbitirici taraf da "çözmek için daha iyi eleştir" baskısına başladı, efendi çocuk algısının yanına "sivri" ve belki "geçimsiz/zor" olduğumla ilgili başka bir algı daha yerleşti. O dönemde bir süre "aman dedim, herkes yerinde şen olsun, dernekler benden uzak olsun, azcık kendi derdime bakayım..." Dedim dedim; ama alışmamış götte don durur mu, bir türlü o geçişi tam beceremedim, bir de bir dernek profesyoneliyle aynı evi paylaşıyordum o ara, nereye uzaklaşıyorsun, para da lazım. Derneklerden birinden iş teklifi geldi, kabul ettim. Trans derneği üstelik. Benden beklenen hem yazı çizi işini çekip çevireyim, hem dernekteki trans kadın dominasyonunu kırabilecek bir trans erkek popülasyonu sağlayayım, ofisi canlandıracak etkinlikler yapayım falan... Bilen biliyor, en az üç kişilik iş, ama benden beklenebilir mi... E yaparım, yapılmaz değil... De hangi motivasyonla? Öyle bir ortam var ki, ne bir planlama ne de disiplin... Hiç anlatmayayım, bu kadar olmaz. Trans kadın dominasyonunu kır diye çağırıldığım yerden trans kadın müttefikliğinin, dominatif iktidarın kendinden olanı (burada trans kadın) kollayıp kendinden olmayanı (burada trans erkek) nasıl patakladığını (burada mecazen) görmenin tiksintisiyle ayrıldım. Bir kere o kemik kadronun cici bulduğu çocuk konumundan da atıldın mı, alan sana itinayla kapatılıyor. Öyle, "kamu" tipi bir ilişkilenme. Orada bir yerde dedim, "yok arkadaş, töbeler töbesi bundan sonra, benim alanım trans erkek alanı, bu alanı iyi biliyorum, bunun ötesinde bir şey beni yıpratıyor, defi bela defi kaza, ben lubunya kültürünün dişlilerine harcayacağım enerjiyi trans erkekler için iş çıkarmaya ayırayım..." www.transsicko.blogspot.com öyle bir kafayla açıldı. Çok da güzel, hızlı şekilde yükseldi. Kısa sürede özellikle genç trans kadınların dikkatini çekti, "bizim de böyle bir şeyimiz olsa..." Tam o sıralarda "Trans Dayanışma Ağı" filizlendi ve muazzam bir enerjiyle çalışmaya başladı, 6hafta için (her hafta olmak üzere) 3 toplantı, 1 büyük 1 küçük etkinlik sığdıracak şekilde organize oldu. Müthiş! Umarım dominasyonsuz hava sahası bu sefer kurulur... Çok korkuyorum aynı şeyler tekrar edecek diye... Eğer bu yeni oluşumda bu kırılırsa sanırım artık yukarıda örnek verdiğim durumlar gibi durumlar yaşamayız.

Bu sadece birinci neden, LGBTİ hareketinin kendi hiyerarşisine ek olarakTrans Hareket içindeki trans kadın dominasyonu yani, bakalım zamanla göreceğiz ne olacak... Diğer sebepleri de yazacağım ama, söz

"Sünnet İnsan Haklarına Aykırı, Meşru Değil"


Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, aldığı kararda sünnetin "erkek çocukların fiziksel bütünlüğünün ihlali" olduğu sonucuna vardı. Erkek çocukların sünnet edilmesinin "tıbben meşru olmadığı" savunulurken, sünnetin insan hakları sorunu olarak tanımlandığı anlamına geldiği belirtildi.
Kararda, sünnetin yasaklanması çağrısı yer almıyor. Buna karşılık erkek çocukların sünnet edilmesinin "tıbben meşru olmadığı" görüşüne yer veriliyor. Sünnet konusunda dini uzmanların da katılacağı toplumsal tartışma isteniyor. Raporda, Müslüman ve Yahudilerin de sünneti sorgulamaya başladıkları belirtiliyor.

Benim bire bir şahit olduğum, yakınında bulunduğum tek sünnet olayı, benden küçük kuzenimin kilosu sebebiyle bekletilen sünnetiydi. Sanırım hazırlık sınıfını bitirdiğim yazdı... O 11, ben 12, onun bir büyüğü on üç, en büyükleri herhalde 17 yaşındaydı. Bizden ufak olan kuzenler hep ilkokul öncesi yaşlardalardı. Kuzenim, anne tarafında tek erkek kuzenim olduğu için bu konu hayli büyümüştü. 

Biz iki kuzen çok iyi anlaşırdık, hatta -daha önce anlatmıştım- annem kardeş istediğimde o ve kardeşleri için "kardeşin onlar senin" diyerek avutmuştu beni küçükken, o kadar yakındık; ama bu kuzenim başka, yaşımız yakın olduğu için değil, uysal, çok sevgi dolu, naif bir çocuk olduğu, beni çok sevdiğini bildiğim için severdim onu. Bir de oyun arkadaşı olarak en yakın onu görürdüm kendime, ister cinsel kimliğe bağlayın bunu ister başka bir şeye... Benim bildiğim hiç cinsiyetlere göre ilişki kurmadığımız... Bir tek benim onu erkekliğinden ara ara ve tamamen gizli gizli kıskanmam hariç. O kadar iyi bir çocuktu ki, kıskançlığıma yenilip onu incittiğim zaman nedenini fark etmezdi bile, ben kendimi fark eder kahrolurdum, üzülürdüm beni o kadar içten seven birine ettiğim çocukça eziyetler için...

Hatırlıyorum da hep iştahlı bir çocuk olan kuzenim 9-10 yaşından itibaren yani "sünnet olmadan önce kilo versin" denilen yaştan sonra, "soyadımızın devamı, dedesinin adını yaşatacak" diye onu koruyup kollayan ananem tarafından bile " herkes oldu sen... " diyerek rencide edildi, uzun bir süre neredeyse her sofrada şiddet gördü... Tabağı önünden alınıp yemeği azaltıldı, ekmeğe uzanan eline vuruldu, o iyi çocuk, ergenliğe girmek üzere irice bir oğlandı o zaman... Ve isyan eden sesi 3katlı aile apartmanında ilk o zaman duyuldu.

Biraz olsun kilo verdiğinde ilkokulu bitirmişti. Sünnet evde yapıldı, insanlar hınca hınç eve doluştu, giriş katta olan evlerinin sokağa bakan salon penceresinin önünde bile insanlar birikmişti. İki parça olan salonun bir kapıyla ayrılan bölümüne yatak hazırlanmıştı, sünnetse camın olduğu ana salonda yapılacaktı. Kuzenim bir sandalye veya koltukta oturuyordu, önünde bir sünnetçi, etrafında ayakta dizilmiş insanlar... Ben ilk iki halkanın dışında ayrı bir yerde duruyordum. Ordan bile kuzenimin gerginliğini hissediyordum, aslına bakarsanız gergin gergin gülümseyen yüzü bugün hala gözümün önünde. Tuhaftır herkes gülümsüyordu, manasız şakalar dönüp duruyordu. Tam bir curcunaydı. İşlem başlayacak gibi olunca halkaya yaklaştım, yüzünü tastamam o zaman gördüm kuzenimin, eteklik açılırken gözlerimi oraya indirecektim ki mutfaktan nasıl olduysa gelmiş olan annem ve başka bir sürü insan beni halkadan uzaklaştırdı, bakmayayım diye... Halbuki ben kuzenimin pipisini zaten görmüştüm önceden.... Canım sıkılarak uzaklaştım. Ben odadan çıkarken kuzenimin sesi gürül gürül, endişeli, bağırmaya teşneydi. Sonra ne yaptım pek hatırlamıyorum, belki gene hastaydım, yoksa sanırım hatırlardım... Bir süre sonra içeri gittiğimde kuzenimi yatağa almışlar, yüzünde yorgun bir gülümseme, babam dahil birtakım adamlar eteğin altına ara ara ellerini sokuyorlar, biri etekliği kaldırıyor falan, keh keh gülüşler, demşek derler bizde, sulu sepken şakalar, hareketler... Hep silik silik anılar gözümde... Sonra bir tabak getirdi biri, "keşkek bu, ye" dedi. Bulamaç gibi gri bir şey, benim en seçici olduğum zamanlar, hele de hastaysam zaten iştah sıfırın altında... Dudak büktüm. Sevapmış, bi kaşıkmış derken bir kaşık ucu kadar tattım; ama hoşuma gitmedi. Kulağıma önceden çalınan pipili pilav lafları vardı, önyargılıydım. Tabakta pilavla, bu keşkek dedikleri şey yan yanaydı... İşkillendim. Babama mı hatırlamıyorum, birine sordum "ne demek keşkek" dedim, "pipisi var içinde" dediler! Aman yarabbi! O yaştaki kafamla düşündüğüm şuydu: Sünnet yapılması gereken bir şeydi, dindi, sağlıktı falan; ama hazır yapılmışken bu kadar insan da yemek yiyecekken yemeğe mi katıyorlardı?! Nasıl kızmıştım anlatamam, ölürüm de yemem dedim, direttim, düğün hali çok üstüme gelmediler... Sonra Ankara'ya döndük. Meğer annem keşkek de getirmiş, hastayım, o bana iyi gelecekmiş, yiyeceksin yemem, ye, yemem, yiyeceksin, istemiyorum... İlla yedirecek! Sordum, saçmalama konur mu o, dedi. "Konsa bile küçücük bir şey o koca kazan pişti görmedin mi sen" falan diyor, şüphem bitmiyor, "et var içinde sen seversin ye" diyor ama hem tadı berbat geliyor, hem zaten görüntüsü bulamaç, hem hastayım, iştahsızım... "Çok güzelse sen ye!" falan diyorum; ama annemden kurtuluş yok. Birkaç kaşık annemin zoruna belki yedim, her gındımda midem alt üst ola ola... Ve hala bunları hatırlıyorum. Üstelik sünnet olan ben değildim. Kuzenim tüm bunları hatırlıyor mu bununla yüzleşti mi bilmiyorum... Ama bu kadar tramvanın bir çocuğa fazla penis derisine rağmen penisini temiz tutmayı öğretmekten daha kolay olduğuna inanmıyorum. Bir erkek evlat hayatıma girerse sünnet ettirir miyim bilmiyorum; ama ona ne eğlencesi ne ezası bunların hiçbirini yaşatmak istemiyorum.