Ölüm

Benim ölümle aram biraz tuhaftır. Yakın tanışırız kendisiyle. İlk kapıma uğradığında daha 4 günlüktüm. Beni görüp yaşadığı yere dönen annemin babası, "mutaf dedem"i almış, her doğum günüm anneme, ananeme onu hatırlatsın diye mi bilmiyorum. Bu yüzden özellikle 11-12 yaşıma kadar büyük bir inançla lanetli olduğuma inanmıştım ben. Ama sanmayın ki o zamana kadar kapıma uğramaktan vazgeçti, hasta bir çocuktum, birkaç kez görüştük ben havale geçirirken; ama ta ki 16 yaşında diğer dedemi, "kıymetli dedem"i alana kadar gerçek bir yüzleşme yaşamamıştık. Erdoğan dedem, sanırım onu hep dünyanın en kalender, en efendi insanı olarak hatırlayacağım, gerçekten bağlı olduğum, sevdiğim ve ölen ilk yakınımdı. Günlerce ağlamadım. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bilemedim. Belki 3-4 yıl bunu atlatamadım. O zamanlar, ergenliğin de etkisiyle tüm felsefi düşüncelerimin merkezinde bu konu yer alıyordu. "Arkhe, olsa olsa ölüm olabilir" diye düşünüyordum. Bu konu zihnimde silikleşmeye başlamışken bir kez daha uğradı kapıma, trafik kazası geçirdiğimizde 22 yaşındaydım, o yaşıma kadar kendine açılamamak, engellilik seviyesinde hasta olmakla baş edemediğim için giriştiğim küçük intihar denemelerim dahil herhalde 15 kez falan ölümden dönmüştüm. Artık ölümün kişinin hayatında değil çevresindekilerin hayatında bir değişikliğe yol açan, bu yüzden bu kadar büyütülen aslında o kadar büyük bir mesele olmadığına inanan bir genç yetişkindim. Fakat o trafik kazasında başka bir mesaj daha aldım, tesadüfler vardı ve sezgi. Hayat sana başına geleceklerle ilgili sinyalleri önceden yolluyordu, sezgilere güvenmek önemliydi. Sezgilerime kulak vermeye başlamam, kendimi dinlemem beni kendime açılmaya ve kendimi kabul etmeye mecbur kıldı. Fakat hastalık diyordum, hastalık, ameliyat olamam ki ben, böyle de yaşayamam, ameliyat olmaya kalkarsam da ölürüm, iki durumda da ölürüm, öyleyse uzatmayayım, öleyim. Bir kez daha denedim intihar etmeyi, midem -mübarek- sağlam çıktı, yine ölemedim, hatta ehliyetimi o gün aldım. Bu sefer mesaj netti: benim ölmek istemem bir şey değiştirmiyordu. Yaşamam gerekiyorsa hayat bunu bir şekilde birilerinin sezmesini sağlayıp engelliyordu. Hayatın sınırlı olması önemliydi, yapılacaklar vardı ve yapılmadan bu hikaye bitmeyecekti. Kendimi kabul etmekle başladım, ameliyat olup olamayacağımı Hematologuma sormakla, aileme, arkadaşlarıma açılmakla, sonra aktivizm... İnsanlar doğup ölmeye devam ettiler, ben de ölümün ders çıkarılacak bir şey olduğunu düşünmeye devam ettim. Sonra Ali öldü, benim Edi, Büdü'nün Edi'si... Bizim Ali'yle hikayemiz budur. Voltrans'ta ilk iki- iki buçuk yıl didinirken halimiz buydu;  ben şikayet etmeye, hemen işlerin kötü yanını görüp millete ayar vermeye hazır olandım, o da çalışırdı, şikayet etmezdi demiyorum; ama "ne yapalım böyle" derdi... Politik odak dağılıp işlerin değiştiği, benim Ankara'ya taşındığım zamanlardan söz etmeyeceğim, Ali o zaman başka bir yüzleşme yaşıyordu. Sonra göğüs ameliyatı, kanser teşhisi... En son geçen ay hastanede görüştük, transsicko'dan konuştuk, "ne güzel oldu o" dedi, bir yazı sözü verdi, onu arayıp hesap soran annemin bir aktiviste dönüşmesinden, babasının ona sonunda Aliço demesinden... Hastalıktan yıpranmıştı; ama mutluydu, "bak yine gelicem, birer bira parlatalım" dedim, tereddütsüz "oluur!" dedi... Ben "Ali inatçıdır, yener bak görürsün" diyordum hep. 10 gün kadar önce yazısını teslim etti, "sözümü tutmuş olayım" diyerek... Bu sezgilerim için yollanmış bir mesajmış aslında, gribimi bulaştırırım korkusuyla yanına gitmemiştim; Edi'yle yine iş üstünden vedalaşmış olduk. Şimdi bakıyorum, Lambda, Amargi, Voltrans, BEDİ, İllet... Kendi hikayesindeki yüzleşmeler... Tamam, çevresi için "her ölüm erken ölüm" ; ama Ali hikayesini tamamlamıştı.
"İçim parçalanıyor", "yüreğimden bir şeyler koptu" diyenler, kitabını adayanlar, Ali'den "LGBT hareketinin sembol ismi" diye bahseden bile var... Benim tanıdığım Edi, kendi hikayesinde yürümenin derdindeydi, bu söylenenler onunla ilgili değil gibi görünüyor bana; ama dedim ya benim ölümle aram biraz tuhaf, belki yine sindiremiyorum da ondan böyleyim... Günlük hayatını Ali'ye refakat için yeniden düzenleyen arkadaşlarımızı tenzih ederim, hepimiz de şu ya da bu şekilde üzgünüz biliyorum; ama Ali'nin bize anlattıklarının bu acıdan daha kalıcı olduğunu düşünüyorum: "Benim yaptığımı yapmayın, bedeninizi sevmiyorsanız bile onun sağlığı sizin sağlığınızdır" diyordu Ali ve derdiniz, çocukluk tramvalarınız, derinde sorun ettiğiniz neyse yüzleşin, mücadele edin yorucu olabilir, enerjiniz yettiği kadarını yapın; ama yapın, sizi bir bütün yapacak olan bu. Benim Ali'den hatırlayacağım bu, bazen çok konuşup sonra da "çok konuştum" diye kendine çatacak kadar kendine açık olması, bir de kahkası olur...

Erkek Muhabbeti

Nerede bir leylek sürüsüne denk geldim bilmiyorum, Temmuz 29'dan beri kendi evimde 10 gün kalamadım. 15 gün İstanbul, 3 gün Ankara, sonra 2 gün İzmir, sonra 4gün Ankara, 1 hafta Bodrum (Gümüşlük), 2 gün önce geldim 6sında tekrar İstanbul'a yolcuyum... Okurken siz yoruldunuz, bir de beni düşünün... "Ooh ne güzel geziyorsun" diyen de vardır eminim; ama vallahi çoğu iş, iş olmayan da danışmanlık falan derken işle doluyor ister istemez... Neyse konu bu değil.

Erkek Muhabbeti diye bir projesi var SOGEP'in, Erkeklik deneyimini açmayı, erkeklere erkekleri konuşturmayı hedefleyen, tipik "bilinç yükseltme toplantıları" ve atölyelerden oluşan harikar bir şey. Daha önce de "eğitmen" olarak katılmıştım; ama bu sene projeyi İstanbul yerine Gümüşlük'te bir kamp şeklinde organize etme kararı almışlar, ben de daha etkin bir şekilde parçası oldum. 5 gün ,15 tane 18-25 yaş arası erkek katılımcı, birkaç eğitmen, bungalovlarda ortak yaşam, deniz... Açıkçası nasıl olacağını çok merak ediyordum biraz da endişeliydim... Meme ameliyatımdan gerçekten çok iyi sonuç almıştım; ama acaba o kadar erkeğin arasında dikkat çeker miydi, deniz şortum üzerime yapışınca bu birilerinin gözüne takılır mıydı; giyinmek, soyunmak, aynı odayı paylaşmak gibi pek çok trans erkek kaygısına ek olarak "erk-ek muhabbeti"ne katlanmak zorunda kalır mıyım, sıkılır mıyım diye de aklımdan geçiyordu; atölyelerin, özellikle de trans erkeklik atölyesinin başarılı geçmesi için kafa yorup duruyordum. Ve -benim için- radikal bir karar aldım: trans erkek olduğumu trans erkeklik atölyesine kadar söylemeyeceğim, atölyenin içeriğini de bilmeyecekler, eğer kendileri o zamana kadar anlamazlarsa atölyede açıklayıp hepsini ters köşeye yatıracağım! Bu blogu okuyan herkesin bildiği gibi ben herkese açığım, söylememeyi beceremiyorum, laf ucundan kıyısından geldiği anda "ben üniversitedeyken..." der gibi "trans erkeğim" diyiveriyorum :D Çenesini tutabilen, bir şeyler gizleyebilen daha doğrusu buna efor harcamayı zul gören de bir insanım... Becerebilecek miyim bilmiyordum açıkçası; fakat trans erkeklik yani gizlenmiş adıyla "Erkeklik -2" atölyesinin başarısı buna bağlıydı.

Katılımcılar geleceği gün, son anda iptal edilen bir üyenin yerine ortak karar ve referansımla bir trans erkek daha çağırdık. Bu eski ev arkadaşım olan kişi, gideceğimi duyunca içinin yağları erimiş olan, konuyla da ilgili biriydi, kısmetinde varmış. İlk o geldi, sonra biri biri biri daha derken bir baktık, katılımcıların dağılımı: 1 trans erkek, 8-9 gey, 4-5 heteroseksüel cisgender : D Erkekliği problem edinenlerin çoğunun -maalesef- erkeklikten sille yiyenler olduğu ortaya çıktı... Neyse akşam yemeği, sonrasında sohbet derken, Boğaziçi LuBUnya'dan olduğunu muhabbet sırasında öğrendiğim birkaç gey katılımcıyla konuşuyorduk,isimler falan da geçince, "aa biliyor musun" dediler, "ee evet, İÜ Radar LGBT öğrenci topluluğu var ya, onun ilk ekibindeydim ben, LuBUnya'da yeniydi, o zaman çok gidip geldim" deyiverdim mi! Tüü dedim sonra, kendimi ele verdim ilk akşamdan! Neyse ki konu o an kaynadı.

Korktuğum gibi "erk-ek muhabbeti" dönmüyordu, o açıdan rahattım; ama ağzımdan kaçırmayacağım diye de gerildim durdum. İlk gün "kavramlar" diye bir oturum vardı, ben yürütüyorum, biyolojik cinsiyet, gender (toplumsal cinsiyet), gender role, cinsel yönelim, aseksüel, biseksüel, panseksüel, interseks anlattım. Bu arada diğer arkadaş da trans erkek olarak açıldığı için artık kondurdular herhalde gözüyle bakıyorum. Hep Lubunca hem hetero muhabbetine aktif katılıyorum, bir laf oluyor kız arkadaşımdan bahsediyorum, bir laf oluyor Lambdaİstanbul'dan; ama hiç tepki yok... Denize girmeye gittik bu arada hep beraber, orada da kimse farkında değil... 3. gün atölye nasıl olacak diye dertlendim durdum kısacası : D Kimse birbirinin cinsel kimliğini yargılamıyordu ortamda, öyle bir kaygım yoktu; ama atölye amacına ulaşacak mı diye meraktaydım.

3. gün oldu, arkadaşlıklar iyice ilerledi, öğleden sonra Erkeklik-2 oturumu için tüm oturumlardan başka bir yerde, dışarıda bir yerde minderlerimizi yere attık başlar merkeze gelecek şekilde çiçek olduk ortaya da ben oturdum, dedim ki: "yapacağımız şey hep birlikte bir hikaye yazmak, aynı kişi olmaya devam edeceğiz; ama aynı hikayenin parçası olacağız tek istediğim başınıza dokunduğumda hikayeyi kaldığı yerden devam ettirmeniz ve elimi şaklattığımda susmanız", açtım klasik müzik... Bir yandan rüzgar yaprakların arasında geziyor fış fış sesler çıkararak, börtüler böcüler, müzik derken herkes gevşedi... Sonra başladım: "uykuyla uyanıklık arasındaki o andasınız, uyanmak üzeresiniz, gözleriniz yavaşça aralanıyor ve yataktan kalkmaya yavaaş bir hazırlık için yana doğru dönüyorsunuz... fakat, göğüs bölgenizde sizinle birlikte hareket eden bir şey daha var, elinizi bir attınız ki meme!" "Ne yaparsın?la hikayeyi devrettim, sıkışma hissi, anlamlandıramamak, bu yüzden açılamamak, kime güvenip açılacağını kestirememek, çözümsüzlük gibi trans bireylerin aşina olduğu duygulardan, kıyafetlerden, hastanede sekreterden doktora sağlık çalışanlarının tutumlarına kadar pek çok sorunlu alandan geçtik hikayede, parasını verip özelde meme ameliyatı olmaya karar verdi katılımcılar, anne kredi çekti, dışarı bile çıkmak istemediler, farazi bir 4ay sonunda meme ameliyatını olmuşlardı ki trans erkek katılımcı "e 4ay oldu, adet olmadık mı hiç?" dedi, "hikayeyi siz yazıyorsunuz, olmadınız mı?" dedim, "AA!" oldu herkes; fakat içlerinde cinsel sağlık eğitmeni olmasına rağmen hikayenin o kısmını örmekte zorlandılar, "karnım ağrıyor herhalde, ne yapacağımı bilemem galiba" gibi farazi yerlerde takılı kaldıklarını görünce müdahale ettim: "nasıl bir his olduğunu bilemiyorsunuz belli ki, durun ben size anlatayım" dedim. Cinsel sağlıkçı ve bir kür madi gey hemen atıldılar biri "sen kaç kez adet oldun bebeğim", "hakkaten sen biliyorsun da sanki" gibi iki cümle geldi peş peşe, ben de bombayı patlattım: "saymadım; ama pek çok kez oldum; ben bir trans erkeğim, dişi biyolojiyle doğdum, 22 yaşında cinsiyet geçiş sürecine karar verdim, 4yılı geçkin süredir hormon kullanıyorum, mavi kimliğimi aldım" dediğimdeki yüz ifadelerini görmeniz lazımdı :D :D :D :D çeneler yere vurdu, bazıları şoku atlatamadığı için hikayeyi devam ettiremedi :D :D en "ben bu işleri bilirim" modundaki geyler bile tufaya geldi, hetero cis-genderlar sanırım daha az sarsılıp daha çok yeni bir alanı keşfetmenin naif şaşkınlığını yaşadılar... Sonra trans erkekler ne yaşar minvalinden biraz daha devam ettik tabii; ama çok da uzatmadım, mesaj yerine zaten çoktan gitmişti, blogların adresini verdim, oturumu mutlu mesut kapadım :) Hiç anlamamış, hiç kondurmamışlardı, erk-ek muhabbeti olmayınca erkek sosyalleşmesi beni mutlu bile etmişti :) Tabii son gün, yalnız yaşamaya da alışmış biri olarak, "bir süre sadece sevgilimle vakit geçirmek istiyorum yavf!" moduna geçmiştim ama bence hem verimli hem dinlendirici hem de güzel hatırlanacak bi bir haftaydı :)