BİZİ ÖLDÜRMENİZE SESSİZ KALMAYACAĞIZ!

6 saat önce yani 30 Haziran 09'da gece 3te, hayatımda ilk kez, 1erkeğin 2 TRANS KADINI BIÇAKLAMA girişimine şahit oldum. Kurtuluş Caddesi'nde. Çakı değildi, evden alınmış 1 BIÇAKtı. Evime 10 dakika bile değil olay yeri, her gün geçtiğim yol. BİR ŞEY YAPMALI diye düşündüm ve Kuruluş Caddesi'nde yazılama yapmaya karar verdim, "Transseksüeller vardır, alışın" , "Transseksüelim aranızdayım", "trans erkekler de vardır", " Ben travestiysem sen de yatağıma girensin" -tamam bu sonuncuyu şimdi uydurdum- böyle akla gelebilecek her şey... destek verecek insanlar bana ulaşsın lütfen.


not: trans arkadaşlarımızı tanımıyorum, 2kişiydiler, kendilerini göz yaşartıcı spreyle savundular taksici de yardım etti ve gördüğüm kadarıyla bıçak darbeleri arkadaşa denk gelmedi. Polisi aradım hemen -aklıma sadece bu geldi-; ama polis 1.5-2 dakika içinde gelmiş olmasına rağmen bıçaklı şahıs ara sokaklarda kaybolmuştu bile... Trans kadınlar da aynı taksiyle uzaklaştı.

Neden "Onur" Haftası

Taraf, Onur Haftası için Lambdaİstanbul'dan röportaj istemiş. Zeliş, Serdar, Mehmet bizim adımıza cevaplamış (http://www.taraf.com.tr/haber/36069.htm) ve Mehmet (canım, canım... çok severim) çok güzel bir şey söylemiş: "Eşcinsel olmak diğer durumlardan da onurlu bir durumdur diye bir şey yok; ama herkes kadar onur sahibi olduğumuzu vurgulayan bir şey".

Eşcinsel, biseksüel,travesti veya transseksüel olduğu türlü şekilde incitilmiş herkes o yürüyüşe işte bu yüzden gelmelidir. Hatta onların aileleri, arkadaşları... (Ki zaten o zaman kalbimizi kıracak kimse kalmamış da olur muhtemelen. Öyle çokuz ki! Burdan duyuruyorum: Türkiye'de her iki bilemedin üç kişiden biri bir EBTT tanıyor.)


Yanlış değilim, yalnız da değilim!
Ben de senin kadar var'ım!
Ben de senin kadar saygıyı hak ediyorum!
Trans Erkekler de vardır, ALIŞIN!

Amerika'yı yeniden keşfetmek

Göğüslerimden (aynada dümdüz bir göğüs görememek, onları fazlalık olarak algılamak gibi birçok sebepten) rahatsız olduğum için bir yıldır elastik bandajla o bölgeyi sarıyorum. Elastik bandaj kalın (yani çok terleten) ve çok sıkı sardığınızda (sırttaki kasları falan sıkıştırdığı için) sırt ağrısı yapan, hareketli olduğunuzda kayabilen, açılabilen ve acıtabilen, kan dolaşımını da zorlaştıran bir seçenek. Aklıma tek gelen şey o olmuştu. Belki Boys Don't Cry'da gördüğüm için... Biraz da bir şeylere sarılıp saklama hissine benzer olduğu için muhtemelen. O şekilde kendimi görmeye katlanamadığım için aynaya bakmıyor, insanların beni öyle görmesi fikrine dayanamadığım için de dışarı çıkmıyordum. İlk sardığımda gece çıkmıştım, gündüz olsa anlaşılır gibi gelmişti :) Nasıl mutlu hissetmiştim yarabbim, böyle tatlı bir rüzgar vardı sanki... Yürümüştüm oturduğum yerde öyle bir kilometre kadar... Tedirgin bir mutluluktu, hızlı yürüyordum, bulunduğum yeri geride bırakmak istiyordum...

Geçtiğimiz günlerde sıcaklarla birlikte terlemeler ızdırap verici olduğunda yeniden sıkıntılar başladı. Hormona başlamayı da ertelemiş olmak yüzünden bedenimle ilgili mutsuzluğum yine belirginleşmişti... Yine aynayla ilişkim bozuldu. Sonra başka bir şey denemeye karar verdim. Kulağıma çalınmış olan bir şeyi denemeye karar verdim: tıbbi flaster. Açık yaraların üstünü örten tıbbi pamuklu yara bandı gibi bir şey...

Amerika'nın yeniden keşfi! Sıcaklamak yok, kaymıyor, göğüs bölgenizde sarılınca belli olan bir fazlalık yok, gömleğinin önünü açıp gezmek hayalini çocukluğundan beri taşıyan biri için yeniden doğmak gibi... Avantajları: Çok nadiren, çok terlerseniz kendiliğinden açılabiliyor, yoksa hiç açıldı, kaydı derdi yok. Elastik bandajda ortada düz bir kabartı olur, bunda koltuk altında toplandığı için baya baya göğsünü gere gere dolaşabiliyor insan. Nefes almayı zorlaştırmıyor. Elastik bandajla geçen bir saat kesin sırt ağrısı demekken bunda bir gün bile orada kalsa, ağrı derdi yok (ama bir tam gün kalırsa -pamuklu gibi bir şey olduğu için- sünüyo, yani ilk yapıştırıldığı ana göre birkaç milim daha gevşek duruyor -üzerinde durmaya bile değmeyecek kadar küçük bir fark-). Dezavantajları: yapışkanlı olduğu için kaşındırabilir, özellikle uzun süre tutunca kesin kaşındırıyor. Bir rulo bir ay gitmiyor, her gün 1lira ödemiş gibi bir şey oluyor (o parayı kenara koyup özel fanilalardan almak belki daha mantıklı). Bir alçıldı mı yanınızda yedek yoksa yapılacak hiçbir şey yok (cüzdanda tutturabilecek küçük bir parça bulundurmak lazım)! Bir de yapışkanlı olduğu için sökerken su ve sabun kullanın derinizin en üst kısmını yolmayın, böyle bir risk var. Buna bağlı yara ve sivilce olabilir, bir günden uzun vücutta tutmamak, bazı günler hiçbir şekilde sarmayıp cildin nefes almasına izin vermek derinin kendini toplamasına yardımcı olacaktır. Çünkü diğer yöntemde olan derinin nefes almasını engellemek, kan dolaşımını etkilemek vb dezavantajlar burda da elbette baki... Göğsünüz ne kadar sarkıksa alacağınız sonuç o kadar kötü olacaktır. Ayrıca çok uzun süre bu yöntemi kullanırsanız, derinizin yapışkanın geldiği yerleri bir ton koyulaşabilir.

Göğüslerimi ilk sardığımda kendime daha yakın bir halde doğmuş gibi ferahlamış hissetmiştim, bu yöntemi "keşfedince" bir kez daha doğdum. Birkaç "yeniden doğma" daha bekliyor beni :)

Tasarı

Çok okuyorum edalarına girmek istemiyorum; kitap merakımı tanıyan biliyor... Kitap sahibi olunca illa ki kütüphane sahibi olmak da gerekiyor. Evime yeni çıktığım zamanlar da ben de bu ihtiyaçla kütüphanemi değiştirmek istedim . Yıllardır "evim" için aklımda hazır tuttuğum bir çizim vardı aklımda... Teknik ressam olan babaya iyi görünsün diye 3 boyutlu, cetvel falan kullanarak, ölçülerini yaparak yani tam ondan gördüğüm gibi bir çizim yapıp babama gösterdim. Bu böyle olmaz sen ne istiyorsun söyle, dedi mi? dedi. Kütüphane istemiyor musun sen? E normal kütüphane gibi şöyle yapsana... dedi mi? dedi. Sonuçta klasik kütüphane modelinde bir kütüphaneyi isteğime benzer şekilde düzenledik mi? evet. Şimdi, 20 koca ay sonra bir de ne görüyorum?!

İşte su sol üstteki! istediğimin aynısı! Ahşabının rengine kadar! sağ alttaki de güzel; ama onu almak gerek tabii imal etmek mümkün değil gibi... Bu eve kısmet değilmiş demek, deyip üzülmüyor gibi yapıyorum şu an; ama içime oturdu. Benle yaşama planı olanlara duyurulur, salonda bu kütüphane olacak raflardan birinde projeksiyon cihazının düz durabilmesi için bir tahta olur tam karşısı projeksiyon perdesi veya beyaz duvar yani TV, sinema vb oluyor otomatikman perdenin altında... :D
Tüm şu trans dertlerim bitsee... Evlensem barklansaam... YIllar sonra bile aşık olacağım bir eş... Evet "Amerikan rüyası"... Ama ben de böyle biriyim işte :)

Bifobi var mı?

Homofobi ve Transfobi olarak hep anıyoruz; ama buna bir de Bifobi ekleyenler var. Biseksüelliğe duyulan tepki, korku vs. Biseksüelliğe toplumdan gelen bir tepkiden söz ediyorsak bu daha çok homoseksüel eyleme dönük olduğu için buna bifobi değil homofobi demek daha doğru; çünkü "heteroseksüel" ilişkileri sırasında onlar için çatışma aşılmış oluyor. Bu anlamda bifobi diye bir şey yoktur diyebiliriz. Bununla birlikte "çok renkli" insanlardan gelen bir bifobiden bahsetmek mümkün. Özellikle eşcinseller arasında çok bifobik tanıyorum. Transseksüellerin de harekette muhafazakârlıklarıyla anıldıkları hatırlanırsa onların da bifobi taşıyabileceğini düşünebiliriz. Yani LGTT B'sini sevmiyor. Daha az şiddete maruz kaldığı önkabulu yüzünden veya bir ayağı heteroseksüel dünyada olduğundan LGTT'nin "öteki"si olduğu için olabilir. Ben bifobi yoktur, Homofobi ve Transfobi vardır diyorum. Bir de tedavi edilebilir problemlerdir demekten kendimi alamıyorum!

Homofobi ve TRANSFOBİ... LÜTFEN!

Sarkozy 68 Mayıs'ının etkisini geri almak istediğini söyleyip seçilince bütün frankofon kayırmasına rağmen Fransa'dan soğumuştum; ama sanırım hala bir ışık var: Fransa, eğitim sistemindeki homofobiyi aşmak için devletin de katıldığı bir hareket başlattı!

http://kaosgl.org/content/fransa-okullarinda-homofobiye-karsi-kampanya

Çok mutlu ne güzel; ama neden sadece homofobi??? Dünyada transfobi de var, homofobiden çok bile var... Eliniz değmişken onu da çıkarıverseydiniz ya aradan yahu! O da olur bir gün umarım.

Yeni Parti

Merkez sol bir partinin gerekliliği yıllardır konuşuluyordu. Bir süredir satır aralarında böyle bir girişimin bahsi de geçiyordu: gerek Aleviler gerek sosyal demokratlar sinyaller vermekteydi, son olarak yeni ve kapsayıcı bir sol partinin kurulacağı kulislerde ve satır aralarında seslendirilen bir fikir olmaktan Ufuk Uras'ın açıklamasıyla çıkmış oldu. Buyrunuz:
http://www.facebook.com/ext/share.php?sid=92370992589&h=JeNVE&u=yP04Z&ref=nf
Afiyet Olsun.



Parti tüzüğünü ve programını merakla bekliyorum.

Sosyoloji Semineri'nde yaptığım sunum

Statü grupları meşruiyetlerini; yaygın (doğal, norm-al) olmak, tecrübeli olmak, statükonun bu şekilde olması gibi öğelerden alırlar. Sosyal anlamda iktidar sahibidirler ve bunu devam ettirmeyi amaçlarlar. -İyimser olarak- Sözlü veya sözsüz şiddet, norm, kültür vb. bu iktidarın polis gücüdür. Bu şiddete maruz kalanlar, var olan durumda iktidar olmayan kişilerin tamamıdır. Marj dışı, marj olmayanın tümüdür. Her durumda iktidar ve marj dışı yeniden yazılır.Örneğin, erkekler çoğunlukta olduğu bir grupta kadın neyse annesinin karşısında çocuk da odur.
Ataerki, yani erilliğin dişillik üzerindeki erke sahip olduğu algısı; ilk başta erkeğin kadının üzerindeki tahakkümü olarak açıklanabilirse de, açıklamayı bununla sınırlama erkekliğin ya da erilliğin dişilik atfettiği her şey üzerinde erk sahibi olduğu düşüncesiyle gerçekleştirdiği edimleri nedensizce açıklamasız bırakmak olacaktır. Eşcinsel, travesti ve transseksüel cinayetleri de buna dâhildir. Az önce verdiğimiz örnekteki gibi bu örnekte de iktidar olmayan herkes şiddete maruz kalan; diğerleri de, potansiyel şiddet uygulayıcısı olacağından; kadınların da “erkekleşerek” homofobik, transfobik eğilimler sergilemeleri şaşırtıcı olmamalıdır. Aynı “erkekleşme” evlilikle ilgili alanlarda da söz konusudur. Cinsler arasında da olmakla birlikte, kadınlardan kadınlara, erkeklerden erkeklere yani cinsler içinde bu baskı mekanizmalarının yürütülmesi dikkat çekicidir. Neden evlilik önemlidir? Çünkü evlilik, toplumun –dolayısıyla statükonun- yeniden üretilmesinin anahtarı olan doğum olgusunun meşruiyetinin gereğidir. Çocuk, topluma dair bilgiyi öğrenebileceği iki (sorumlu) yönlendiricinin ismiyle nüfusa kaydedilir. İlk adıyla Homofil Hareket veya daha sonraki adıyla Eşcinsel Özgürlük Hareketi veya güncel adıyla EBTTI (Eşcinsel, Biseksüel, Travesti, Transseksüel, İntersex) Hareket –biz kısaca Gökkuşağı hareketi diyelim- de, Feminist Hareket gibi, muhtemelen en çok “topluma kastetmek”le suçlanmıştır, öğrencilerin anarşist olmakla/devlete kastetmekle suçlanması gibi…
Toplu olarak karşı kültür olarak nitelenmekle ve aynı düşünceden doğup aynı kişilerden dayak yiyerek büyümekle organik bir bağ ile birbirine bağlanan bu hareketlerin de, başta, kendi içlerinde ataerkiyi bir müddet devam ettirdiği gözlenmiştir. Hareketin henüz düşünsel yatağını ve jargonunu bulamayacak kadar erken dönemlerinde Yeni Solcu erkeklerin Yeni Solcu kadınlara ve Yeni Solcu eşcinsellere yaklaşımı veya eşcinsel erkeklerin eşcinsel kadınlara yaklaşımı buna örnek olabilir. Günümüzde bu sorun Gökkuşağı Hareketi’ne dâhil olan insanlarca aşılmış durumdadır. Hareketin her kanalı, her bir cinsel yönelim ve cinsel kimlik için eş ölçüde görünürlüğün sağlanmasını esas almaktadır.
Genç kuşaklar, kadınlar ve azınlıklarda görülen farklı derecelerdeki “kolektif kaygılardan bireysel kaygılara çekilme” bu harekette görülmemektedir; çünkü ‘68in evrenselliğinden en az pay alan karşı kültür sahiplenicisi Gökkuşağı Hareketi olmuştur. Bugün istedikleri “siyahi bir iktidar”a sahip olan Black Power, yıkmaya çalıştığı iktidarın bugünkü sahiplenicilerinden olmuş o zamanki öğrenci grupları, birçok hak elde etmiş olan işçi hareketi bu süreçten en verimli ve en evrensel yararı elde eden gruplar olmuşlardır, onları takiben kadınlar daha az evrensel olmakla birlikte ‘68’in “imalatçı”sı olan Batı’da elle tutulur bir konuma ulaşmışlardır, onları da birçok ülkede kazandığı haklarla Gökkuşağı Hareketi takip etmektedir. Bireysel alanlarındaki daralmışlığın giderilmesiyle kolektif alanlardan bu alanlara dönebilmişlerdir (Tek başına bunu sebep göstermek haksızlık olacak, bunun bir başka sebebi de Joseph Schumpeter’in belirttiği gibi, rekabetçi sistemin halkın çoğunun (hepsinin değil) bütün enerjisini tüm ekonomik düzeylerde soğurmasıdır). Ne var ki Karşı Kültür’de; dezavantajlı konumdaki sosyal statü gruplarının; toplumsal cinsiyet ve cinsiyet, kuşak tahakkümü, etnik kimlik ve ırk, bedensel engellerin toplum hayatına katılmayı engellemesi gibi alanlardaki talepleri daha fazla özgürlüğe veya imkâna sahip olmak değil, tüm bu ilişkiler bakımından üstünlük/ zayıflık varsayımlarının toplumsal bilinçten silinmesi olduğu için bu taleplerin karşılanmış olmasından bahsedilemez.

T'siz.

Ciddi, idealist blog demek beni bazen sınırlıyor. Arada bir içimi dökesim gelince mahremiyet hissi kabarıyor, "ciddi ve idealist değil" diyorum çoğu kez, vazgeçiyorum. Bu sefer öyle yapmayayım dedim; çünkü içimi dökeceğim konu doğrudan "trans" bir konu. Malumunuz Hacettepe'de süreci başlattım, kurula çıktım ve istenen ana bilim dallarından konsültasyon almak için bir takım testler yaptırmaktaydım. Plastik Cerrahi için çok erkendi. KD için de öyleydi aslında da, aradan çıkmış oldu... Esas önemli olan Endokrin'di; çünkü "Hormon Tedavisi"ni onlar kararlaştırıyorlar... Neyse kan ver, 3 gün sonra gel al'larla yaklaşık 3-4 haftada o süreyi de bitirdim. Gerçi bunda İstanbul-Ankara arası git gel yapmamın da payı var, kimbilir yaşadığım şehirde bunu yapıyor olsam o kadar uzamayabilirdi. Her neyse. Sonunda Endokrin'den olur geldi, hastalığım yüzünden Hematolojiden de olur istediler, o da tamam; FAKAAAAT Testesteron (T) kullanmaya başlayamadım; çünkü canım ailem gidip gözyaşları içinde sağlığımla ilgili endişelerini anlatıp doktorları endişelendirmiş ve psikolojik takip benim bu sorunla baş etmemi de içeriyor. Uzun lafın kısası, ailemin kabul edememe süreci yüzünden T başlama tarihimi gönülsüzce erteledim; bunu yaparken asıl derdim psikolojik takibimi zedelememekti, bunu da açıkça söylüyorum; çünkü kaç yıldır tanıdığım insanlar... Birkaç haftada değişmeyecekler bunu biliyorum. Örneğin annem için attığım bu uzlaşmacı, iletişime açık adım mutlaka çok önemli; ama babam için hiçbir şey ifade etmiyor, bunu biliyorum. Diğer yandan onlara "alışmaları için zaman vermek", kabul etmeleri gibi bir talebim yokken çok bağlamdan kopuk geliyor. Hem beni birey olarak algılayamayan, "sen bizim çocuğumuzsun kendi hayatını kurunca ne istersen yaparsın" kafasından çıkamamış insanlar bunlar... Onlardan bağımsız bir karar olması bile onlar için yeterince yıkıcıyken bir de "yıkıcı" bir karar olması onların birkaç haftada düşünüşlerinde yeni bi pencere açma ihtimalini hepten ortadan kaldırıyor.

Psikologum uzlaşmamı "önerdi", ben de bir terazi aldım... Başlamakla ödeyeceğim bedelle başlamamakla ödeyeceğim bedeli ayrı ayrı kefelere koydum. 1. kefede başlamak: Mezuniyet fotoğraflarımı etkileyecek kadar T kullanmış olmak için geç(-), görünüşümün ve sesimin iki arada bi derede olmasından sıkılmak önemli bir ağırlık kefede(+++), ameliyatlar için 1yıl testesteron kullanmış olma şartı var(+-), Psikoloji sürecin etkilenmesi: sabırsız/aceleci görünmek, "akîl" olmaktan çıkmak, aileyle ilişkilerde uzlaşmacı olmayan taraf durumuna düşmek(-----) Hormona verdiğimden daha fazla önem yüklemek/ Hormonu erkek olmanın bi aşaması olarak lanse etmek (--) .Haliyle bi hayli hafif kaldı başlamak kesesi başlamamaya göre... EEEENNNN FAZLAA Ağustos'a kadar ertelenebilir olduğuna karar verdim -ki psikologun randevusu 20 Temmuz-. Umarım doğumgünüme bu işler bitmiş olur.

Çok Cinsiyetli Denklem

Cinsiyet denildiği zaman aklınıza birden fazla şey gelmiyor değil mi? Alışılmış seksist cevap bu soruya, kadın ve erkek olarak cevap verecektir. Halbuki cinsiyet çok boyuta yayılan ve bilinen iki cinsiyetle sınırlanandan daha geniş bir kavrama işaret eder.


Bir kişinin:
  • 1) beden cinsiyeti:

Biyolojik ve anatomik verilere dayalı olarak açıklanan cinsiyet. Göğüslerin şekli, kıllanma, genital organ bu tanımlama için bakılan şeylerdendir. Kadın, Erkek, Çift cinsiyetli (hermafrodit veya interseks kişiler) olmak üzere 3 tanedir.
  • 2) toplumsal cinsiyeti:
Roller, meslekler, renkler, oyuncaklar, kıyafetler (gömleğin düğmesinin sağ ya da sol tarafta olması, pensleri veya penslerinin yeri), ayakkabılar gibi onbinlerce şey toplumsal cinsiyet içerir. Eril, dişi, androgeen (cinsiyetsiz) olmak üzere 3 tanedir.
  • 3) ruhsal cinsiyeti:
Bireyin; hissettiği, özdeşleşim ve aidiyet kurduğu cinsiyettir. Hem anlık hem sürekli olabilir.
Beden cinsiyeti, yaklaşık 50 yıldır (ilk Cinsiyet Düzeltme Ameliyatı 1952'de -MtoF olmak üzere- bir Norveç'liye yapılmıştır. Bkz. Jorgenson) tıbbın gelişmesi sayesinde değiştirilebilmektedir. Toplumsal cinsiyet performatif bi şey olduğu için civadan çok da farklı sayılmaz. Tamamen iç süreçlere bağlı olan ve dışarıdan etkilenemez olan ruhsal cinsiyettir. Özdeşleşim küçük yaşlarda tamamlanır. Transseksüalite; ruhsal cinsiyetin -ve genellikle ondan beslenen toplumsal cinsiyetin- beden cinsiyetiyle çatışması olarak anlatılabilir. Travestilik ise, beden ve ruh cinsiyetinin barışık olduğu ama toplumsal cinsiyete uygun materyallerin beden cinsiyetiyle ters olanını kullanmaktan haz alma olarak anlatılabilir.
Cinsel yönelim aslında bu cinsiyetlerden bağımsızdır; fakat özellikle cinsiyetçiliğin (seksistliğin) baskın olduğu mekanlarda genellikle eşcinsellerin daha dişil veya eril roller benimsemeye yöneldikleri görülebilir.

Transfobinin Büyüğü Küçüğü Olmaz! // J'accuse!

Aslında homofobinin de olmaz; ama ben hikayenin kendime ait kısmını anlatacağım.

Yine annemden başlayalım. Senesini hatırlamıyorum; ama lisede olduğum, kendimi bildiğim yıllar... Gümüldür'de tatildeyiz teyzemlerle. Teyzem, ben, annem oturuyoruz balkonda, sohbet falan. Tatu'nun Eurovision'a girdiği seneydi belki de, bilmiyorum, konu bi şekilde eşcinselliğe geliyor. Annem homofobi tükürüyor ortaya bir yere,
- Yanlış düşünüyorsun diye, itiraz ediyorum bilindik cümlelerle. Suçları yok ki vs
- Beni ilgilendirmiyor aslında. Kendi hayatları, kendi özelleri. Kimle istiyorlarsa olabilirler, diyor.
- Yakınında, tanıdığın biri olsa yine böyle der misin acaba? Mesela Mustafa (kuzenim) gay olsa, öğrensen? diyorum ve o zifiri karanlıkta annemin buğday teninin sarardığını görüyorum. Yakınında biri, sadece fikren bile onu mahvetmişti.


Bana dokunmayan yılan bin yaşasın'cılık mı oluyor, ne dersiniz? Annemin homofobik olmadığını söyleyebilir miyiz? Hayır. Eşcinsel, biseksüel, travesti, transseksüellerin (artık her kimse)... "özel hayat"larına hoşgörüyle yaklaştığını söyleyen; ama onları kendi özel hayatlarına sokamayan, arkadaşlık kuramayan ve kamusal hayata dahil etmekte tereddüt eden, ilişkilerini sadece transfobi yüzünden sınırlayan; bu kişilere herhangi biri gibi davranamayan herkes ne olursa olsun fobi içeren bir tutumdadır.


Hayat, "özel hayat" ve "kamusal/kamuya açık hayat" olarak ayrılmaz aslında. Kişisel olan, politiktir.


Transfobi söz konusu olunca işin başka bir boyutu daha var: herkesin çocukluk fotoğrafları var, değil mi? Benimkiler bana benzemiyor. Elbise giydirilmiş veya saçı uzattırılmış bir çocuğun onlar. Eğer sadece dönüşmekte olan ve dönüşmüş kimliğime sahip çıkarsam bu da transfobidir. O fotoğraflar yokmuş gibi yapamam, bir zamanlar olduğum şeyi çöpe atamam. O da şu anki benin bir parçası değil mi? Biyoloji üzerinden düşünelim: O hormonlar onca yıl ona göre çalıştı ve buna bağlı olarak benim korteksime kadar bi ton şey herhangi bir erkeğin sahip olduğundan farklı şekilde gelişti. Takdir toplayan ve övündüğüm hitabet kabiliyetimin kaynağı östrojenin kortekse etkisi mesela. Vaz mı geçeceğim şimdi bundan?? Genelde erkeklere sağlanmayan; ama bana "bahşedilmiş" bir lütuf gibi mi lanse edeceğim????? Yapamam sahtekarlık.




Ve ilan ediyorum: Toplumda herhangi bir erkek gibi yaşayan; kadın biyolojisinin sağladığı deneyimi reddeden, gizleyen her trans erkek transfobiktir!



Suçluyorum: Beni transseksüelliğimi saklamaya, sıradan bir erkekmişim gibi davranmaya sevk eden, farklılığımı yok saymaya çalışan toplumsal normlar transfobiktir!



Kimse kendini avutmasın, transfobik olmamak "onların da yaşamaya hakkı var" demekten ibaret değildir.