Ayrıca...

güncel Türkçe olmamakla birlikte; bu, şark eserlerindeki eşcinselliği ele alan sitedeki yazılara bakılabilir:

http://www.ibnistan.net/sarkescinselk/sark0.html

Müslüman Toplumlarda Erkeklerarası Cinsellik ve Erotizm

Çok eski bir kitap, safahta karşıma çıkmıştı... Merak edip almıştım ve bir çırpıda okumuştum... Doğu-Batı ilişkisine değinip duran İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'yle örtüşen bir anlatımı vardı, Doğu ve Batı'nın özgül şartları dolayısıyla özellikle toplumsal ölçekte eşcinselliğe farklı yaklaşıyor olmasını pek çok güzel anlatıyordu. Bilimsel bir yazı olduğunu da belirtmek gerek elbette...

Cinsel Çeşitlilik


Bu kitap "Antikapitalist Hareket İçin Kılavuzlar"dan (Metis Yayınevi'nin Roni Margulies'in editörlüğünde sürdürdüğü bir dizi) 8.cisi ve bugüne kadar dizide küreselleşmeden Irak Savaşı'na, silah ticaretinden dünya sosyal forumuna kadar ele alınan birçok konunun sonuncusu... Başvuru kitabı olarak bulundurulması gerekir; çünkü dünya ülkelerini tek tek tek tek yasaları bakımından yan yana getiriyor örneğin... şurda "anlaşmalı partnerlik var", burda "eşcinsellik yasa bakımından sakıncalı değil ama toplum tarafından..." gibi güzel bilgiler veriyor. Tek sorun kitabın en son 2004'de basılmış olması ve bu 5yılda yapılan yeni yasaların [ki birçok yerde gelişmeler oldu] bu kitapta yer almaması



Kitabın arkasından: "İnsanların cinsel yönelimlerindeki çeşitlilik bütün bir tarih boyunca hayatın çok tanıdık bir yönü olageldi. Tüm toplumlar bu olguyu örtmek, gizlemek ya da bastırmak yerine, bununla birlikte yaşamanın yolunu bulmak zorunda. Ama çoğu toplum henüz bunu başaramıyor.


Kültürün mevcut normlarına uymayanlar marjinalleştiriliyor, ayrımcılığa uğruyor, suçlanıyor, hatta cezalandırılıyor. Ama bütün bu uygulamalara karşın gerek kadınlar gerekse erkekler arasında cinsel yönelim çeşitliliği ortadan kalkmadı. Kültürel yapı ne olursa olsun artık direnme, adalet ve küreselleşmiş bir kültürün özelliklerini talep etme yönünde dünya çapında bir hareket var.

Vanessa Baird'in bu canlı ve ilgi çekici kitabı, cinsel çeşitliliğin hem tarihsel ve kültürlerarası bir dökümünü sunuyor, hem de güncel tartışmaları irdeliyor. Cinsel çeşitliliğin tanınması, saygı gösterilmesi ve ortak insanlığımızın çok önemli bir parçası olarak değer verilmesi yolundaki mücadeleleri aktarıyor. "

Lubunya

Bu kitabımı kime verdiysem gelmedi geri! Getirsin çabuk her kimse!

Hacettepe'ye teslim edilmiş bir tezin kitaplaşmış hali Lubunya, güzel de bi kitap, tabii trans erkek bulamadıkları için trans kadın sorunlarını daha görünür şekilde ele almış kitap... Toprak, Buse gibi tanıdığımız isimlerin hikayelerini okumak mümkün... Ayrıca Eryaman olayları da röportajlarda  sıkça anılıyor.


kitabın arka yüzü:

Stone Butch Blues


Türkçe'ye talihsiz bir şekilde Sevici Türküsü diye çevirilen ünlü aktivist Leslie Feinberg'in kendi yaşam öyküsü... Stonewall Kitap Ödülü, Lambda Edebiyat Ödülü, Amerikan Kütüphaneler Birliği L/G Kitap Ödülü gibi ödüller almış bir roman.

Kitabın arkasında: "Kadın mı, erkek mi? Bu soru Jess Goldberg'in çevresinde, onun yaşamını ve kimliğini kör bir bulut gibi sararak bir fırtına öfkesiyle dolaşmaktadır. 1950'lerde mavi yakalı işçi kasabasında farklı bir cinsel kimlikle büyümek... Ailesinden başlayarak gittiği her yerde dışlanmak ve farklı olmanın bedelini çok ağır bir şekilde ödemek...


1960'lar ve feminizm öncesinde barlarda ve fabrikalarda bir butch olmanın zorluklarını yaşamak... 1970'lerin ilk yıllarında iş bulma olanağı tükenince, ayakta kalabilmek için erkek olmaya karar vermek... ama bütün bunların ayakta kalmasını sağlamaya yetmediğini anladığında sesini yükseltmeyi öğrenmek...

ABD sol hareketinin önemli isimlerinden, Workers World Partisi yöneticilerinden Leslie Feinberg, bu romanında toplumda farklı olmanın ne kadar ağır bir bedeli olduğunu, buna karşı çıkabilmenin ise tek başına olanaklı olmadığını gözler önüne seriyor." diyor.

Kitap, alabildiğine gerçek, kendimi keşfetmemde bana katkısı çok fazlaydı... Herkese tavsiye ederim. Zaman zaman dramatik olabiliyor; ama çok güzel bir yerde bitiyor... Üstelik edebi anlamda da gelişkin bir metin.

Çılgın Üçlü

Daha önce okuduğum EBT temalı kitapları yazmayı vaadetmiş; fekat o işi baya aksatmıştım, şimdi yapayım dedim.


İlki Henry Miller'ın [ki "içimdeki zehri boşaltmak için yazıyorum" sözü bir dönem motto'm olmuştur] "Çılgın Üçlü"sü:

Kitabın arkasında: "Henry Miller'in ikinci karısı olan June Smith, lezbiyen sevgilisiyle 1927'de Avrupa'ya kaçtığında, yazar çok uzun süren bir ruhsal çöküntü yaşar. Beş parasız ve aşağılanmış bir durumda baba evine döner, umutsuz ve huzursuzdur. Bir gün daktilonun başına oturur ve hiç ara vermeden yazmaya başlar. Bu yazılar daha sonra Henry Miller'in üçüncü romanı olan Çılgın Üçlü'ye dönüşecektir. Romanlarının konusunu her zaman kendi yaşamından alan Miller, bu romanında da ikinci karısıyla olan fırtınalı evliliğini ve June'un lezbiyen arkadaşıyla olan ilişkisini yansıtmıştır. Gizemli, şaşırtıcı, soluk kesici güzellikteki June, Henry'yi bir anda çarpmıştı; yazar Çılgın Üçlü'de, June'un yansıması olan kadın kahraman Hildred'i şöyle tanımlar: "İkiyüzlülükten oluşan, gerçek bir bal peteği." Hildred, lezbiyen arkadaşı Vanya ve yazar Tony Bring'in oluşturduğu üçlünün üç üyesi de doğuştan dengesizdir: Vanya ruhsal tedavi görmüştür, June deliliğin sınırlarında gezinmektedir, ikisi de uyuşturucu kullanırlar, Tony ise deli olup olmadığını gerçekten merak etmektedir. Çılgın Üçlü, Miller'in çektiği acıların bir derlemesi olduğu için oldukça etkileyici; bu roman, boyun eğmeyle başkaldırı, özlemle nefret arasına incecik bir çizgi çekiyor ve yirminci yüzyılın en anlaşılmaz, en karmaşık erkeklerinden birinin görmezden gelinemeyecek sanatsal başarısını simgeliyor." diyor.

Miller, müstehcenlik iddiasıyla kitapları sansürlenmiş, şeyleri olduğu gibi yansıtmakta çekincesi olmayan bir yazar. Yalnız bu kitapta, yaşadığı şeyde de belli sınırların ardında kalmış olması sebebiyle iki kadının aşkını olduğu gibi değil, daha çok kendi gözünden, kıskançlığı üzerinden anlatmış... Yine de kadınların aşkının küçük simgeleri, birbirlerinin üstlerine titreyişleri olduğu gibi aktarılmış.

TOG için

ToG'lu bir arkadaşım hazırlayacakları fanzin için bi sayfalık bir şey yazmamı istedi, onlara gönderdiğim yazının bi kopyasını da buraya koyayım istedim:


23 yaşındayım, kimseyi lise öğrencisi olmadığıma inandıramasam da öyle… Henüz sık sakallarım olmadığı, sivilcelerim olduğu ve sesim ergenliğe dair bir çatlaklık taşıdığı için yüksek lisans öğrenci olduğuma inanmıyorlar. Aslında haklılar, ergenliğe yeni(den) girdim, üç buçuk ay önce ilk testesteron iğnemi vurulduğumda…



Küçük yaşlardan beri cinsel kimliğimle ilgili bir karışıklık vardı, kendiliğimden takip ettiğim cinsiyet rollerinin beden cinsiyetime uygun olmadığına dair uyarılar alıp duruyordum: “kızlar öyle oturmaz”, “kızların saçı azcık uzun olur, saçını uzat”, “oğlan çocuğu sanki, çılgın gibi bisiklet sürüyor” ve daha niceleri… “Erkek Fatma” ilan edildiğimde ilkokul bile değildim ve erinliğe kadar “ben de böyle bir kızım, ne olmuş?!”la “aslında kız değilim, biliyorum” arasında gidip geldiğimi hatırlıyorum. Biyolojik değişimlerle birlikte terazinin ikinci kefesinin ağırlaşmaya başladığını, ergenlik anlamında atılan her ileri adımda kaosun daha derinlerine çekildiğimi hissettiğimi biliyorum… Olmaması gereken bir şeyler oluyordu, hissettiğim buydu… Tüm teneffüsten vazgeçmek pahasına soyunma odasında herkesten sonra giyindiğimi, okulda tuvalete gitmemeye çalıştığımı; ama “öteki” olmamak için, yalan olduğunu bilerek, bende görmek istediklerini insanlara göstermeye çalışırken ne kadar zorlandığımı çok net hatırlıyorum. Herkesin dünyayı kadın ve erkek olarak ikiye böldüğü bir dünyada bedeninizle ruhunuzun iki ayrı yarım küreye denk düştüğünü hayal edin… Üstelik kendi doğrularınızın olamayacağı kadar gençsiniz ve geçerli doğrular çok sistematik: dişi => kadın => kadınsı => erkeklerle ilgilenir ve siz buna uymuyorsunuz, ne yaparsınız? Tek seçeneğim onların inandığına inanmaktı, bunun kontrol altına alınabilecek bir lüks olduğuna, istenenleri yaparsam artık bu konu yüzünden incinmeyeceğime… Bunu denerken mi yoksa bunu yapmayı reddettiğimde mi daha çok incindim emin değilim. Normlara uymayı denediğim süre yıl bakımından daha fazla olmasına rağmen, kendimi en sonunda kabul edebildiğimde ve erkek kimliğimle yaşamaya başladığımda aldığım tepkiler belki de daha sarsıcıydı. Cinsiyet geçişi için üniversite hastanesine başvurmaya karar verdiğimde başta ailem olmak üzere çevremdekilerden ricam, benden bahsederken “kız”lığa ve “kadın”lığa dair sözleri kullanmamalarıydı. O an insanlar üç grupta kümelendiler: (1) kararıma saygı duymaya istekli olanlar, (2) umursamayanlar, (3) dirençliler. Cinsel kimlik gibi tüm hayatı düzenleyen bir şeyle ilgili, üstelik tüm düzeni karşınıza alarak yaptığınız açıklamanın umursanmaması sanırım demotive etmenin en kestirme yoludur. Yine de en kırıcı olan kabul etmekte direnenlere karşı verdiğim savaştı, diğer yandan bu kısım cinsiyet kalıplarıyla ilgili en çok bilgi sağlayan alan da oldu ve bana çok gülünç hikâyeler bahşetti. Her fırsatta anlattığım annemle başımdan geçen olay gibi… Baş başa yaptığımız bir konuşmada birden, isyan eder gibi, “sen erkek olamazsın ki!” dedi; biyolojik prosedürü kastettiğini sanarak olabildiğini anlatmaya çalıştım, “hayır, o değil dediğim” dedi, “nedir?” dedim; “bencil değilsin, vurdumduymaz değilsin…” diye başladığı cümleyle beni gülümsetti; “hiç mi bencil, vurdumduymaz olmayan erkek yok anne?” dedim, “yok” dedi, “ o zaman ben de böyle bir erkek olacağım, bir tane olacak” dedim  Daha sonra iyi yemek yapmamı, biyolojik bir gösterge olmamasını ve daha nicelerini sanki erkek ya da kadın olmanın kaynağı veya göstergesi bunlar olabilirmiş gibi, kimliğimi kabullenmemek için bahane etti… Hepsi böyle sevimli hikayeler değil, birçok kişiyi marjinal olmayı sevdiğim için, trend olduğu için değil gerçekten cinsel kimliğim bu olduğu için bu şekilde yaşadığıma inandırmak zorunda kaldım; kimi aktivist olduğumu öğrenene kadar bana inanmadı, kimi hormon kullanmaya başlayana dek, sanırım bazıları da ameliyatlara kadar direnecek... Hala, ailem dâhil birçok kişi, beni ifade etmediğini düşündüğüm için kullanmaktan vazgeçtiğim eski adımın yerine kendi seçtiğim yenisini kullanmak konusunda çekingen…


Yine de sanırım en zoru kadın ve erkek şeklinde bölümlenmiş dünyada hiçbir yere ait olamadığım o geçiş dönemiydi… Erkekler ve kadınlar tuvaletinde aynı cümleyle karşılaşmak: “pardon, yanlış girdiniz galiba”. Birçok kez nüfus cüzdanımı göstermeme rağmen erkek veya tam tersi erkek olduğumu söylememe rağmen kadın gibi davranılmak beni çok yordu.


Sadece hitapların değil, insanlara yol verme şekillerinin bile cinsiyetlere göre değiştiğini gördüğüm bu dünyada, cinsiyet geçişi sürecimi tamamlayıp “öteki” olmaktan kurtulsam da (erkekten kadına transseksüellerin aksine kadından erkeğe transseksüeller geçiş sürecini tamamladıklarında biyolojik bir erkekten ayırt edilemezler ve “öteki” addedilmekten büyük ölçüde kurtulurlar) huzur bulamam.... Sadece dezavantajlı konumdaki sosyal statü gruplarının sorunlarının ortadan kaldırılması veya cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet, kuşak tahakkümü, etnik kimlik ve ırk, bedensel engellerin toplum hayatına katılmayı engellemesi gibi alanlarda daha fazla özgürlüğe veya imkâna sahip olmak değil; tüm bu ilişkiler bakımından üstünlük/ zayıflık varsayımlarının toplumsal bilinçten silindiği bir dünyada yaşamak istiyorum. Tüm kimliklerimizden önce, insan olarak, aynı haklardan yararlanmanın hepimiz için mümkün olduğu bir dünya…

19 Kasım: Günün anlam ve önemi

Bugün 19 Kasım Dünya Çocuğa Yönelik Cinsel İstismarı Önleme Günü. Daha önce pedofili başlığıyla bir yazı yazmıştım hatırlarsanız, o yüzden bugünü anmak istedim. Güzel bir tanıtım filmi için tıklayın:
 http://www.morcati.org.tr/istismar.php

"Pasif"


Bu yakınlarda okuduğum kitaplardan biri Arendt 'in Şiddet Üzerine 'si. Kitap genel olarak şiddet, iktidar vb. kavramları toplumsal ve çağ ölçeğinde ele alıyorsa da; birazdan aktaracağım bölümü, bireysel ilişkilere uyarlanabilir olduğunu düşündüğüm için yazmayı istedim:
(syf 51) John Stuart Mill'e göre, "uygarlığın ilk dersi, itaat dersidir." Mill, "temayüllerin iki durumundan" söz eder: "biri, öbürleri üzerinde iktidar kurma arzusu;... diğeri,... kendileri üzerinde iktidar kurulmasına isteksizlik."
Bu konulardaki kendi deneyimlerimize güvenecek olursak, boyun eğme dürtüsünün, güçlü biri tarafından  yönetilme arzusunun, insan psikolojisinde en azından erk istenci kadar güçlü ve siyasal açıdan belki de daha yerinde olduğunu da biliyor olmalıyız. (...) İktidar istenci ve itaat istenci birbirine bağlıdır. Bir kez daha Mill'e başvuracak olursak: "Tiranlığa gönüllü itaat", hiç de daima "aşırı bir edilgenlikten" kaynaklanmaz. Tam tersine, boyun eğme konusunda güçlü bir isteksizlik, sıklıkla aynı ölçüde güçlü bir tahakküm ve emretme isteksizliğiyle birlikte gider.

Büyük kısmı Mill'den alıntı olan ve Mill'den farklı bir bakış getiren bu bölümü kendi ikili ilişkilerim ve transseksüelliğim dolayısıyla toplumla aramda krize dönüşen itaat-iktidar meselesi açısından şöyle ele alıyorum: Hayatın; ne yazık ki, stop-motion'un karelerinden biri gibi, herhangi bir şeyin üzerine eğilemeyeceğimiz kadar hızlı aktığı -özellikle- bu çağda; kişileri, karşı koyamayacağın debideki sel suyuna kendini makul bir biçimde bırakmaktan öte şans vermediğini düşünüyorum. Sele kapıldınız diyelim; suda sürüklenirken selin ortasında hâlâ ayakta duran bir ağacı yakaladınız! Yarım saati kurtarırsınız, sel ağacı da çok sürmeden sökecektir. Veya... Sele kapıldınız, suyun akışına ters yüzmeye çalıştınız, en çok on beş dakikada tüm enerjinizi bitirir, çamurlu sudan bolca yutar sonra da baygın olarak sel sularında yiter gidersiniz. Veya... Sele kapıldınız, kendinizi öylece suya bıraktınız, kaderinizi de suya bırakmış olursunuz. Veya... Sele kapıldınız, suyun akış yönünde size yakın olan kıyıya doğru yüzmeye başladınız, kurtulabilirsiniz! Toplumsallaşma, kültürlenme sürecinde ilk öğrendiğimiz şey, Mill'in de dediği gibi, neye ve nasıl -ama illa ki- itaat edeceğimizdir. Diğer yandan  arzulara ulaşmak için "itaat yasalarında" açıklar bulmaya çalışırız. Tam da sel sırasında yapmamız gerekeni öğrenmekle geçer çocukluğumuz. Bu çok güçlü bir iktidar karşısındaki konumumuzdur, biraz daha denk bir ilişkide, örneğin "sevgililik" ilişkisinde, "İktidar istenci ve itaat istenci birbirine bağlıdır" önermesinin doğruluğunu görmek mümkündür, en azından benim için. Bendeki "terazi idesi" burdan doğmuş olmalı: "ben ihtiyaç duyduğumda beni çekip çevirecek, "gerektiğinde" (burada iktidar olarak ben gerekli gördüğümde oluyor yani, id devreye giriyor) çekilip çevrilmeyi kabul edecek biri..." Bu tip ilişkilerde baştan benimsenen konuma aykırı davranılıyorsa, bu çocukluktaki öğrenmemize geri dönüş mahiyeti taşıyor olabilir; doğrudan karşı çıkmanın maliyeti fazla olduğunda, doğrudan karşı gelmeyen/ gizli/ "pasif" bir direniş başlatırsın.
Diğer bir yandan ikili ilişkileri dahi iktidardan ayırarak düşünememek çok can sıkıcı; ama toplum boyutunda iktidar- itaat döngüsü durmadıkça bireylerde bunun sonlanmasını pek mümkün görmüyorum. Platon'un idealizminde kaldığım suçlamasını yöneltecek olanlara memnuniyetle onay veririm; çünkü, gerçekten; iyilik,erdemin toplum ölçeğinde geçerlilik kazanabildiğinde kalıcı şekilde "gerçek"leşebileceğine inanıyorum; ama konu şu an bu değil. Bireysel boyutta itaat-iktidar meselesinin çözümü için toplumsal ve siyasal ölçüde iktidar-itaat meselesinin halledilmesi'ne geri dönersem; mevcut siyasetlerden hiçbirinin, -özellikle de en çok ümit bağlananlarının- bu konuda başarılı olamadığını söylemek gerekir. İktidar-itaat ilişkisi; kültürle, dille aktarılmaya devam ettiği sürece toplumsal boyutta bunun nasıl gerçekleşeceğiyse aşılamaz bir sorun gibi görünüyor. Üstelik yukarıda anılan psikolojik boyut yüzünden kişiler de bunun yaşam süresini gizil olarak arttırıyor, ortadan kalkmasını istemiyor da olabilir. Bu yüzden iktidar-itaat problemini tümden ortadan kaldırmayı şimdilik bi kenara koyup daha az insanı huzursuz eden bir iktidar-itaat ilişkisi modeli yaratılmaya çalışılıyor. Bu "farka saygı"yla özetlenebilecek, daha çok Kuzey Avrupa ülkelerinde işleyen bir sistem. Şimdi doğrudan "ben"liğimle ilgili bir şeyde, transseksüel olmamda, cidden devleti,toplumu bağlayan ne olabilir ki?? Neden toplumsal hiyerarşideki konumumu etkileyecek bir kimlik olsun ki cinsel kimliğim bu kadar "ben"le ilgiliyken? (bunu kadınlık erkeklik için de söylüyorum)

Elmayı ikiye böldüğümüzde birbirini tümleyen iki eşit parça olarak bakabiliyorken bunu diğer boyutlarda neden yapamıyoruz? Pasif- Aktif, Kadın- Erkek, Anormal- Normal... Matematikte bile tümleyen ve tümlenen denir, garip... Neden iktidar ve itaat eden, neden tümleyen ve tümleyen değil?

Cinsiyet disforisi

Bir çocuk erkek olarak doğmasına rağmen, kendisini kız gibi hissederse ya da bunun tersi olursa, tıpta buna cinsiyet disforisi, ya da cinsiyet uyumsuzluğu deniliyor. Bu durumda olanlar cinsiyetleri konusunda belirsizlik ve huzursuzluk içinde oluyor ve kendilerini yanlış cinsiyette doğmuş hissediyorlar. BBC Türkçe'nin haberini aşağıdaki linki tıklayarak dinlemenizi tavsiye ederim..
http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2009/10/091029_gender.shtml




İngiltere'de doktorlar şu anda bu tür gençlerin tedavisi ile ilgili ilkeleri belirlemeye çalışıyorlar. Üzerinde durulan başlıca konulardan biri, ergenliği durduran ilaçların kaç yaşında verilmesi gerektiği. İngiltere'de bu yaş halen 16, ancak bu ilaçlar bazı diğer ülkelerde 12 yaş civarında verilebiliyor.

Peki bu gençlerin karşılaştıkları sorunlar neler?
Vucütlarında değişiklik yapmalarına kaç yaşında izin verilmeli?... James Fletcher'ın haberi.